Friday, April 27, 2007

Casino Royal

Kısık ve titreyen bir ses duydum ;

Gücüyle, bilgisiyle, kendi gücünün bilgisiyle donanmamış henüz.

Kararsızlıklarla dolu bu ses.

Nasıl bir ses olacağına henüz karar verememiş bir ses.


Arzulara seslenmiyor,

Ser verip de sır vermeyen seslerden değil.

Hangi kelimeyle hangi dansın hangi sonucu hangi ses tonuyla nasıl elde ettiğinden habersiz

Sonucu rastlantılara bırakabilecek kadar korunmasız

Şüphesiz böyle olmayı istemiyor

Veya şüphe götürmeyen şeyleri biz fazla iyi biliyoruz

Ama sesi her şeyi ele veriyor sanki

Tereddütlerle aynı anda soğuk kanlı olunmaz çünkü

Olunmaya çalışılırsa işte böyle olunur

Ses titrer

El titrer

Gözler kayar


Poker masasına oturulduğunda

Ve kağıtlar dağıtıldığında

Önce soğuk kanlı cam gözlerden korkulur

Potu arttırırken

Mıh gibi kararlı ellere dikkat edilir

Rest çekerken

Sesin tınısındaki güven masaya yatırılır






Ben ve üç arkadaşım

Sırf bu yüzden

Soğukkanlılığın erbabı bir ağabeyin

Poker masasına oturduk


Seslerimiz ürkek mi ürkek

Kararsız mı kararsız

Gözlerimize baksan ağlarsın

Bir çocuğun telaşı ve ürkekliği içinde ışık ve endişe saçıyorlar

Ellerimiz kararsızlığı doğal kabul etmiş

En doğal halleriyle titriyorlar


Poker erbabı ağabeyimiz ise kendince durumun farkında

Bunun

En oyuncu kişilerin sahneye koyduğu türden

Bir sahte masumiyet oyunu olduğunu düşünüyor


Ne zaman ki biz paraları masada bırakıp kalkıyoruz

Ağabeyimiz ufak bir travma geçiriyor

Sonra ise kafasından

Realizmin yeni mizansenini geçirmeden edemiyor


Bu sahte masumlar bir gün yine benim masama oturacaklar

İki üç takkıyeden sonra

Titreyen elleriyle paramı alacaklar


Gücün saltanatına inananı başka hiçbir şeye inandıramazsınız

Ne sevginin gücüne

Ne gözlerin gerçeğine


Kendince haksız da sayılmaz aslında

Çünkü

Poker masasına

Masumiyet oturmaz onun görüşüne göre.


Ama tut ki oturdu

Sırf zenginden alıp fakire dağıtmak için paraları

Ve diyelim ki yüzüne gözüne bulaştırdı


Peki abicim

Nedir senin masumiyetten bu korkun?

Kendi üçkağıtçılığını bu üç arkadaşta göremedin diye nedir bu telaşın?

Yoksa sen de mi masumsun?

Yoksa üçkağıtçılığın yeni oyunları seni cascavalak masum mu bıraktılar?

Wednesday, April 25, 2007

Realizmi Reddedenler

Yaşlı halime methiyeler düzdüğünüzde size kızdım. Ya genç halimde nerelerdeydiniz?
Heyecan isterken
Beni dinginleştiren mantığı oynamaya çalıştınız.
Heyecana nefesiniz yetmedi.

Anlıyorum.

Kendimle, kendi kendime
Kendi halimde coşan halimin
Sadece aynası olduğunuzu sandınız
Kısacası
Heyecana enerjiniz yetmedi

Anlıyorum

Bu yetmezmiş gibi
Bu yetmezliklere
Bir de kulp taktınız:

“Daha yaşı küçük,
Ona bir şans daha ver”

Şimdi ise mantıklı soğukkanlılığıma aşık olmaya çalışıyorsunuz.

Anlıyorum

Ben ise
Yıllar önce duymuş olduğum aynı mantık safsatalarını
Sırf kalbiniz kırılmasın diye
Size birbiri ardına sıralamak niyetinde değilim

Anlıyor musunuz?

Kırılsın kalbiniz
Korumasın kimse sizi
Sonrasını bilmek istemiyorum

Anlıyor musunuz?

Ama merakımı mazur görün
Anlayışınıza sığınarak
Yine de bir tahminde bulunmak isterim:

Eğer kurtulursanız aşkın girdabından
Realist “doğa yasası” profesörleri olacaksınız muhtemelen
Ve de ben bunları önceden gördüğüm için
Sözüm ona şımarıkça sevinen arsız bir yaşlı olacağım

Sırf ama sırf bu yüzden
Ben de inadına sevinmeyeceğim işte!

Size de
Doğaya da
Bir şans daha vereceğim

Yaşlılığımdan
Optimist bir rekolte hazırlayıp
Yeni kararmış üzümleri kıskandıracağım.
.

Tuesday, April 24, 2007

Kalpten Size Polenli Kılcal Damarlar

Karanlıktan çıkan ilk bahar yeşilinin kokusuyla uyanan

Gecenin çiçekleri

Musluktan da yardım almıyorlarsa eğer

Dünyanın dönekliğinden, azıcık da eğri olmasından

En az sekiz ay bekliyorlar

İşte bu ilk sıcak gece dedirtmek için

Sıcak ve hüzünlü

Uyananlara


Kalp denilen ve

Nihai açılış ve kapanış kasılmasının nedenini

Bir türlü çözemediğiniz şeyin

Damar dostu olmadığını da nereden çıkardınız?


Kimisi atar bu damarların

Kimisi toplar

Kimisi kılcal


Atar damar kalpten alır

Toplar damara verir

En ince ayrıntılar kılcal damara gönderilir


Sıcaklar geldiğinde kanı fokurdar canlının

Atar damarlar

İlk çiçek kokularını

Toplar damarlara polenleriyle birlikte yollarlar

Kılcal damarların fazlasıyla ise sivrisinekler ilgilenir


En büyük heyecanlarda bile

Azıcık zorlansa bile

Kalp işini yapar

Ve beynin işine asla karışmaz


Çiçekler gece kokularını vermeye başladıklarında

Sorumsuz bir itfaiye gibidir kalp

Yangını körükle söndürmeye çalışır


Çamlardan düşen

İlk Ağustos böceği seslerini

Akdeniz’den toplar

Polenler halinde

Yakamoza fırlatır

Kılcal damarın

İnce ve tiz ışığı

Işığı imkansız kılan gecenin ortasında

Böylece su yüzüne yansır

Thursday, April 19, 2007

Gücün Terapisine Psikoloji Bilimi mi Karar Verir?

Her hizmetin değerini iyi bilir gerçek mağdurlar

Memnuniyetsiz isçi

Makineyi her kaldırdığında

Kağıda şöyle bir bakar

Bomboş beyaz kağıt

Kalıbı kağıdın üzerine

Var gücüyle güm diye indirdiğinde

İş işten geçmiştir

Puntolar beyazın üzerine dizilirler

Kreatif direktör

Ve fikir adamları

Bir anda beyaza karışırlar

Diyelim ki yazılı alan kara parçaları

Boş kalan beyazlık ise okyanus ve denizler


Bu okyanustan beslenen yazılar

Her gün balıklara yem atarlar

Yemden kararan okyanusun vücudu

Beyaz ve siyahın sınırlarını belirler


İsçi güm diye kalıbı indirir

Beyaz geceler siyahi bir sabaha uyanırlar

Siyaset Nedir?

Hegel’i seven biri olarak hiç bir siyasi mücadeleye devletin merceğinden bakmayı tercih etmem.

Okulda siyaset yapılmaz dediklerinde gülerdim. Gün geldi okulda siyaset yapar hale geldim.

Ders zili çaldı.

Hoca başladı anlatmaya. Biz başladık tartışmaya. Arka sıralarda oturan ve milliyetçiliği savunan bir arkadaş “Arkadaşlar siyaset yapmayı bırakalım!” diye bağırdı.

Herkes şaşırmıştı.

Dersin adı “Siyaset Bilimine Giriş” ama siyaset yapmayı uygunsuz gören bir şahıs var.

Bir ülkenin resmi bir üniversitesinde Marx’ın da okutulduğunu görünce afallamış olmalı.

Yıllar yılı “Bölücü Kürt, hain Yunan, Komünizm tehlikesi” gibi bilimden uzak genellemeler serbestçe lise koridorlarında dolaşırken bunun adı politika değil miydi?

Peki ya Türkiye’nin çok güzide özel bir lisesinde, din hocamız bize erkek çocuğun kız çocuğundan daha değerli bir varlık olduğunu söylediğinde?

...

Lise dönemleri geride kaldı, üniversiteye girdik. Bölümün adı “Siyaset Bilimi” ve de dersin adı “Siyaset Bilimine Giriş”

Yani siyasetin üzerine serbest bir atlayış trampleni.

Buna mukabil

Arkadan bir arkadaş siyaset yapmayın diye atlıyor.

Atladığı yer ise siyasetin dans pisti.

Ama o “oynamayın” diyor bize.

Peki sen oyna o zaman. Ama siyaset ne oldu?

...

“Siyaset adaletsizlik hissinin oluştuğu herhangi bir yerde adaletin zorlandığı pisttir”

diyor bir filozof

Halbuki biz hep bu pisti mahkeme salonları sanırdık.

Filozof devam ediyor:

“Siyaset bireysel çıkarların yarattığı eşitsizliğin indüklediği adaletsizlik sezgisini eşitliğe doğru itekleyen ortak bir iradedir”

“Aman ha bu ortak iradeleri çok gördük biz” der siyaset minderinin dışında güreşmeyi tercih eden kişi

Keza bu ortak iradelerin kimisi “din” adını alır ezilir

Kimisi “işçi” olur ezilir.

“Sonra başımıza bela olurlar”

...

Kimisi ise “burjuva” adını almış ve de uzun yıllar “Kraliyet” altında ezilmişti.

Sonrası ise ne oldu biliyoruz

Marie Antoinette’in kafası

Çavuşesku’nun kafası

Kafalar

Yargılanan ise konforlu hayatların ekmeği unutturduğunu sanan narkozlu beyanatları

Ekmeği bulamayanlara pastayı salık veren zihniyet

Çarşafı çıkarmayanı peruğa zorlayan zihniyet

Sanırsınız ki ekmeksizlerin ve de pastacıların birbiriyle tutmayan çıkarlarıdır söz konusu olan

Halbuki herkes pekala bilir:

Çıkar denilen şey güçlünün lüksüdür

Ekmek ise ayakta kalmaya çalışanın minimum gereksinimi.



Ekmektir bir devletin ve bir dinin kuruluş manifestosuna ilham kaynağı olan

Fakat din ve devlet bir kere kurulmaya görsünler

Gücün hiç bitmeyen dansı kalır ekmekten geriye...

Çünkü gücü elde eden

Artık ekmeği değil

Gücün kalitesini düşünür hale gelir.

Kalite politikası ise daima bir “ezilenler zümresi” yaratmıştır.


Peki ya Siyaset nedir?

Siyaset bu ezen gücü sona erdirmek için yapılmaz mı ?


“Halkı ezenler iktidardan gitsin” demek ne demektir?


1)“Ezenler iktidardan gitsinler, biraz da biz ezelim” mi demektir?

2) Yoksa kimsenin kimseyi ezemediği bir çıkar yol mu aramaktır?


Güç ve İktidar hırsı birinci yola baş koyar

Gerçek Siyaset ve Sevgi ikincisinin yolundan gider


Bunun adı eşitlikse varsın eşitlik olsun

Gençliği zehirlemek buysa

Adımız Eflatun olsun.

...

Not:

Kimsenin kimseyi ezmediği bir durum ne realizme ne de orman kanunlarına uyar.

Ama “eşitliğin” yolunu mesken tutmak ile “eşitliğin” hiçbir zaman olamayacağına inanmak, aynı anda iki farklı duruşu da beraberinde getirir.

Birincisi siyasetin hiç bitmeyen yolu,

İkincisi ise mutsuzluğun teknokratlarca yönetimi...


Eşitliğin yoluna çıkmak elbette eşit olmak değildir

Peki ya güç, yetenek, zeka ve sevginin doğaca eşitsiz dağılımını meşrulaştıran zihniyetin unutturmaya çalıştığı siyasetin tanımı nedir?:

“Siyaset imkansızı zorlamaktır.”

Siyasetteki ortak irade ise daima son sözü söyler gibi yapar:

“Madem biz bir hiçiz o zaman gelin her şey olalım”



Siyaset ise amfinin arka sıralarından bağıran gence kendisini hatırlatır:

“Ben haksızlığın olduğu her yerdeyim!

Eğer her şey olacaksan

Aman unutma

Başka “hiçler” yaratmadan "herşey" ol.









Tuesday, April 17, 2007

Ankara'nın Mitingi , İstanbul'un Mitingi

Hazar’ın sularında doya doya ellerini yıkamış arkadaş

Hiç ölmeyecekmiş gibi

Yaşam sularını suratına çarpıp çarpıp

Suyun serinliğinde daha bir anlam kazanan havanın

Tadını çıkarmış

Suratında, cereyan yapan kulak arkalarında, dudağının çatlağında…


Teninin tuzundan Karadeniz’in tuzuna eklemiş farkında olmadan

Karadeniz’e bir kaç kalori,

İstanbul boğazındaki yosunların büyümesine

Midyelerin sahillere tutunma güçlerine ise

Bir kalori daha eklemiş

Farkında olmadan


Kızılırmağın alabalıklarına biraz daha fosfor

Hayvan dayanışmasına ise biraz daha umut eklemiş

Farkında olmadan


Karadeniz kendisini cömertçe dağıtırken

Kızıl Irmağa ve de İstanbul boğazına

Vermiş elini İstanbul

Vermiş elini Ankara



İstanbul dan akıp gider sularım

Önce Çanakkale’ye sonra Cebelitarık’a

Yok oluncaya kadar karışır varlığım

Akışkanlığın mantığına


Kızıl Irmağın sonunda ise bir göl bekler beni

Ona yapabileceğim en büyük iyilik

Seviyesini yükseltmek olur.

Ne de olsa hapsolan her şeyin içine giren

Önce birikir

Sonra patlar


Akmaya devam eden su ise

Geçtiği şehri

Değdiği sahili

Bir gizem tufanında diri tutar


Bu yüzdendir ki

Aşklar sahillere koşarlarken


Aşkı bekleyen tutkular

Göllere tazyik yaparlar.

Sunday, April 15, 2007

Demokrasi

Dini özgürlüklerden bahsederken

Bilimsel çelişkilere de dem vurmak lazımdı

Mesela Türban takmak bir inanç

Bu inancı bir engele takılmadan yaşayabilmek ise bir özgürlük idi

İnanç söz konusu olduğunda saçların ve saç derisinin özgürce nefes almasının ne önemi olabilirdi ki?

İnanç özgürlüğü, fizyolojik özgürlükle ters düştüğünde asıl özgürlük inançtan yana ağır basar.

Bir özgürlük diğer bir özgürlüğü “inanç” noktasında bastırır.

Kampüse girebilmek için türbanlarının üzerine peruk takan genç kızlar.

Önce doğal saçlarını kumaşla örterler, sonrasında örtülü saçlarını bir kez daha saç taklidi yapan bir perukla.

İlki inanç özgürlüğü

İkincisi kampüs özgürlüğü için


Hukuk aslen özgürlük ve adalet için vardır

Ama evrenin her yerinde aynı şekilde uygulanmaz

Kimi yerde örtünmek suçtur

Kimi yerde ise başı açık dolaşmak

Kimi yerde başı açık dolaşma özgürlüğü için savaşılır

Kimi yerde ise örtünme özgürlüğü demokrasi ile bir tutulur.

Anlayacağınız bu demokrasi

Yere, zamana ve şartlara göre

Adeta bir bukelamundur.

Kimi toplumda başı açık ve çok eşli bir kadın iffetsizdir

Kimi toplumda ise bu kadına “özgür kadın” adı verilir

Kapalı kadına kimi toplum iffet

Kimisi ise tutsaklık atfeder.
Cinsel özgürlük de bir nevi tutsaklıktır kimine göre

Kimine göre ise hayatın ta kendisi.

Kimine göre tahrik etmek suçtur, iffetsizliktir

Kimine göre ise tahrik olmak “anti-demokratiktir”,

Tahrik unsuru demokrasinin kitabında bile yer almaz.

Bu kişilere göre tahrik olanlar insanlığın hayvan doğasıyla halen barışıklardır

Tahrikin kavramsal teyidi, herhangi bir “ben senden daha güçlüyüm” veya “cinselliğim seni çağırıyor” tınısına veya salgısına horozlanıp, palazlanmayı doğal bir gereklilik olarak görmektir.

Demokrasicilere göre ise hayvan doğasının törpülenmesi ve de doğa değiştirmesi, her türlü “kızışma” durumunda bile en esas değerdir.

En büyük tahrikçinin suratına bile en soğuk kanlı düşünce tohumlarını serpmek demokrasinin tahrikle ilgili olarak defterini hiç açılmamacasına kapattığını göstermektedir

Fakat

Kapanma özgürlüğüne

“Demokrasi” sözlüğünde,

Açılma özgürlüğü kadar yer bulunamıyorsa

Kapanmanın kendi semantik anlamında bir muhafaza etme isteğini işaret etmesinden olmasın bu durum?

Yani muhafaza etmenin özgürlüğü olur mu?

diye sorar Demokrat.

Halbuki bu ifadenin bile demokratik bir çelişkisi vardır

O halde ya sen niye demokrasiyi, yani kendini muhafaza ediyorsun?

diye sorar kapanma taraftarı

Kendimi kendi özgürlüğümün olası prangalarından koruyorum

diye cevap verir demokrasi

Ben de senin gibi olası hayvanlığımı, açılanın saçılanın yaydığı sonu gelmeyen tahrik salgılarından koruyorum. Özgürlüğümü, şehvet ve şiddetin sonu gelmez keyfi akışına bırakmamak, kadınımı da bu durumdan kurtarmaktır asıl amacım.

diye karşı cevabı yapıştırır kapanmacı.

Yani insani özgürlüğünü, hayvani özgürlüğünden koruyorsun öyle mi?

diye sorar demokrasi.

Aynen öyle

der kapanmacı

Kapanmak yerine hayvanlığı bertaraf etsek

diye uzlaşma çağrısında bulunur demokrasi

Kendinle çelişme yine

diye uyarıda bulunur kapanmacı

Bertaraf etmek demokrasiye uymaz.

diye ekler

Ee kapanmak da uymaz

der demokrasi

Tartışmalar demokratik bir zeminde sürer gider...

Friday, April 13, 2007

Iktidarlar ve Sevgiler

Kravatlar, ceketler, makam şoförleri, basın ordusu

Kırmızı halı, bando

Esas duruş, devlet adamı

Ciddiyet,

Gülmeyi unutmuş çene kasları

Ciddiyeti geleceğinin güvencesi addeden halk

İçten bir gülüşün iktidarın başına bela olması

Halk nezrinde romantik bir güvensizlik yaratması

Bir macera sanki

Devletin ciddiyetiyle bağdaşmayan...



Öğrenilmiş stratejiler

Gıcırdayan çene kasları

Gülümseyenin yaydığı güvensizlik tohumları

Ağlayana yakıştırılan cıvıklığın çamurları

Kaskatılığın öğrenilmiş iktidar dansı...


Halbuki

O kaskatılığın bilinçaltında

Ne hırslar

Ne kahkahalar

Ne yırtınmalar

Yatar

Amma ve lakin

Makyaj, projektör, ve canlı yayın denildiğinde

Hepsi birden birdenbire Mumyalar müzesine kalkar

Çene kasları

Esas Duruş!

Hazır Ol!


Sevgi ve rahatlık dedikleri

Devletin gerginliğine

Gereksiz “al beni” noksanlıkları katar


Bu noksanlıktan varsaydığı gücünün vitaminlerini toplayamaz halk


Devlet bu yüzden devlettir

Halk bu yüzden halk

Sevgi de bu yüzden ulaşılmazdır...


Oy veren halkın ve de devletin nezrinde.

İktidar sevgiyi

Sevgi de iktidarı kaldırmaz

Biri gücün imkansız sonsuzluğunu takıntılı bir şekilde arzularken

Diğeri sonsuzluğunun gücünde çoktan mutluluğa vasıl olmuştur...

Sunday, April 01, 2007

HALATLAR

Bir bedene yumuşaklığını verir

Araları açılmış hücreler

Sonrası tekrar yakınlaşma çabaları

Spor ve bilumum direnç

***

Kemikler ve etler arası uzanan kas patikaları

Bir asansörü yerçekimiyle dalga geçtirten

Çelik halatlar gibi

Tırmandırırlar yokuşları

***

İskeleye yaklaşan vapurun

Demir babasına halatla bağlanışı

Halatın

Vapuru ve iskeleyi adam edinceye kadar

Gerilen ve gıcırdayan sesler eşliğinde

İki iktidarı uzlaştırma çabası

***

Bir kol bir babanın

Diğer kol diğer babanın boynuna

***

Siz halatı çekiştirip duranı

Babalar mı sandınız?

***

Uzun zamandan beri

Karanın ve denizin

Vapuru paylaşamadığını biliriz.

***

Deniz yüzdürmek ister

Kara bağlanmak ister

Halat paylaşmayı öğretir

Kendi gerginliği pahasına

***

Gıcırtıların bittiği yerde ise

Bir süreliğine yörüngesine oturmuş bir dünya başlar